“Doðrusunu istersen, her þey bir rüya þimdi. Üzerinden geçen zaman, ayrýntýlarý silmiþ acýmasýzca. Belki böyle olmasý
daha iyi. Anýlar denizinde yeniden yüzemeyecek kadar çelimsizim. Bu yüzden, yazdýklarýmý, hatýraný öpmek için uzanan titrek dudaklar olarak kabul et. Ah anne,
keþke kalbimde bir genç kýzýn masumiyeti olsaydý da, dokunaklý sözler edip, kendimi affettirebilseydim sana.
Oysa masum deðilim yeterince. Seni çok beklettim.
Senin için sonu hiçbir zaman gelmeyecek bir bekleyiþti bu. Ama sen, hep ben bir gün gelecekmiþim gibi hayaller kurdun. Iþýðý tükenen gözlerin yol gözleyemeyecek hale geldiðinde bile, sol yanýna sakladýðýn umut kýrýntýlarýyla yaþamaya devam ettin. Bir keresinde çok hastalandýðýný anlattýlar bana. Aðzýndan zar zor dönen dilinin üstünde adýmý bulmuþlar
açýp baktýklarýnda, seni hasta eden oymuþ. Ýyileþmen için,
‘Tükür at onu,’ demiþler sana. Eðer iyileþmen buna
baðlýydýysa, tükürüp atabilirdin adýmý, anne.
Sana hiç kýrýlmazdým...”
Bombayla dirseðinden kolu kopan kýz çocuklarý, daða çýkmak üzere sabah erkenden evden ayrýlýrken sevdiðinin saçlarýnýn kokusunu beraberinde götüren genç insanlar, çocuklarýný kýrk mevsim bekleyen annelerle babalarýn en 'insan' hallerine iliþkin, dokunsanýz daðýlacak kadar naif ve kederli öyküleri...